Bugün 30 Mart Dünya Bipolar Günü… Öznaçar: Her ruh hali değişkenliği bipolar hastalığı değildir
Eklenme Tarihi: 30 Mart 2023

Bugün 30 Mart Dünya Bipolar Günü… Dünya Bipolar Günü, bipolar bozukluk ile ilgili farkındalık, dayanışma ve toplumsal damgalamaya karşı mücadele günü olarak kutlanıyor.

30 Mart, sanatında bipolar bozukluğun izlerini taşıyan ve bu hastalığa karşı mücadelesiyle tanınan ressam Vincent Van Gogh’un doğum günü…

Bipolar bozukluk, diğer adıyla “iki uçlu mizaç bozukluğu”, bir ucunda çökkünlük, isteksizlik, enerjisizlik gibi belirtilerin olduğu depresyon, diğer ucunda coşku, neşe, artan enerji ve sinirlilik gibi belirtilerin olduğu mani/hipomani atakları veya bu iki dönem belirtilerinin aynı anda görülebildiği “karma” ataklarla seyreden, ara dönemlerde genellikle hastaların olağan iyilik hallerine döndüğü bir duygu durum bozukluğu olarak tanımlanıyor.

Hastalığın kesin nedeni ya da hastalığı neyin tetiklediği bilinmese de genetik faktörler, psikolojik yapı ve çevresel faktörler birçok hastalıktaki gibi bu hastalıkta da etkili. Bu tanıyı alanların karşılaştığı sorunların başında ise “damgalanma” geliyor.

-Hastalık ciddi ama yapılabilecekler de fazla

30 Mart Dünya Bipolar Günü nedeniyle Türk Ajansı Kıbrıs’a (TAK) konuşan Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeki Öznaçar, hastalığın belirtilerini, kimlerde görüldüğünü, tedavisini anlatarak, “Bipolar bozukluk ciddi bir hastalık, bununla birlikte yapılabileceklerin de görece fazla olduğu bir hastalık…” dedi.

Öznaçar, uygun tedavi alan hastaların eski iyilik hallerine yakın bir hayat sürmesinin mümkün olduğunu ancak uygun tedavi almayan ve sık sık atak geçiren hastalarda ağır işlevsellik kaybı görülebileceğini belirtti.

Hastalığın toplumlarda görülme sıklığının yüzde 1 ila 4 arasında değiştiğini kaydeden Öznaçar, ülkemizde bipolar bozukluk tanısı almış hastaların sayısıyla ilgili veri bulunmadığını söyledi.

-Yayın görülen iki tür var

Öznaçar, bipolar bozukluğun yaygın görülen iki türüyle ilgili şu bilgiyi verdi:

“Bipolar bozukluk tip 1, daha çok enerji artışı, hareketlilik, çok konuşma, düşüncelerin hızlanması gibi bulgularla karakterize mani ataklarıyla; bipolar bozukluk tip 2 daha çok keyifsizlik, ağlama isteği, enerjisizlik ve isteksizlik gibi belirtilerle karakterize depresyon ataklarıyla seyreder. Hem mani hem de depresyon belirtilerinin birlikte görüldüğü dönemse ‘karma’ dönemdir.”

-Mani…kontrolü zor bir yükseliş

Mani atağında “aşırı neşelilik veya sinirlilik”, “düşüncelerde hızlanma”, “özgüvende artış”, “fazla ve hızlı konuşma”, “riskli davranışlar”, “uyku ihtiyacında azalma” gibi belirtilerin olduğunu anlatan Öznaçar, bu dönemde hastaların çok alışveriş yaparak anlamsız şekilde para harcayabileceğini, yorulmadan saatlerce sokaklarda dolaşabileceğini, artan cinsel istek ve bozulan muhakeme yeteneği nedeniyle beklenmeyen cinsel davranışlarda bulunabileceğini söyledi.

Mani döneminde, inkar mekanizmasının etkili olduğunu, hastanın gerçeğin hoşa gitmeyen yanlarını inkar etme eğiliminde olduğunu ve kendini iyi hissettiğini ifade eden Dr. Öznaçar, bu dönemde hastaların tedavi almayı çoğunlukla reddettiğini kaydetti.

-Depresyon… Çökkün bir ruh hali

Depresyon ataklarında “çökkün hissetme, “ilgi kaybı ve keyifsizlik, “enerjide azalma”, “hareketlerde yavaşlama veya huzursuzluk, “iştah değişimleri”, “odaklanma güçlüğü”, “değersizlik, suçluluk veya günahkarlık düşünceleri”, “hayattan zevk almama, karamsarlık ve zaman zaman da intihar düşünceleri” gibi belirtiler görülebildiğini aktaran Öznaçar, “Bu durumdaki hasta kendini kötü hissettiği için genelde tedaviyi kabul eder’’ dedi.

-Atak dönemlerinde hezeyanlar ve halüsinasyonlar olabilir

Bazı atak dönemlerinde hastanın gerçeği değerlendirme yetisinin bozulabileceğini kaydeden Dr. Öznaçar, bunların “psikotik özellik gösteren ataklar” olarak nitelendirildiğini ifade etti.

Öznaçar, bu durumdaki hastanın büyüklük hezeyanları, dini içerikli hezeyanlar yaşayabileceği gibi zarar görme, üzerine alınma hezeyanları veya ses duyma şeklinde halüsinasyonlar görebileceğini de belirtti.

Ağırlaşan depresyon ve mani ataklarında hastaneye yatış gerekebileceğini ifade eden Öznaçar, yatılı tedavinin ortalama 1-2 hafta sürdüğünü ancak sürenin 3 günden 3-4 haftaya kadar da değişkenlik gösterebileceğini kaydetti.

-“Tanının doğru konulması tedavinin doğru yapılabilmesinin ilk şartı”

Her ruh hali değişkenliğinin bipolar hastalığı olmadığını ifade eden Dr. Zeki Öznaçar, tanı süreciyle ilgili şunları aktardı:

“Borderline gibi kişilik bozuklarında da riskli davranışlar ve kısa süreli ruh hali değişimleri görülebilir. Tanının doğru konulması, tedavinin doğru yapılabilmesinin ilk şartıdır. Bazen tek görüşme yeterli olmaz, hastayı tekrar tekrar görmek, ailesinden bilgi almak gerekebilir. Doğru teşhis için diğer tıbbi durum ve rahatsızlıkların da dışlanması, kesin teşhis öncesinde mutlaka rutin kan tahlilleri, beyin MR’ı ve EEG yapılması gerekir. Bazı beyin hastalıkları, hormonal veya metabolik rahatsızlıklar psikiyatrik durumlarla karışan belirtiler gösterebilir… Psikoaktif ilaç/maddenin kötüye kullanımı da hastalıkla benzer bulgular verebilir. Tüm bunların dışlanması gerek.”

– Hastalık kimlerde görülür?

“Hastalığın kimlerde görüldüğüyle” ilgili soruyu da yanıtlayan Dr. Zeki Öznaçar, bütün psikiyatrik rahatsızlıkların biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin bir araya geldiği “biyopsikososyal” modelle açıklandığını, kalıtımsal özelliklerin, kişinin psikolojik yapısının nasıl geliştiğinin ve çevresel faktörlerin hastalıklarda önemli rol oynadığını kaydetti ve şöyle devam etti:

“Rahatsızlıklar, tek değil, birçok faktör bir araya geldiğinde çıkar. Bir kişinin özellikle birinci derece yakınlarında bipolar bozukluk varsa hastalığın ortaya çıkma riski artar, çocukluk çağı travmaları, psikolojik gelişimi ve olgunlaşmayı bozan süreçler de hastalığa yatkınlığı artırır. Göç, deprem, bir yakınını kaybetme, boşanma, işsizlik gibi çevresel faktörler de etkili olabilir. Bununla birlikte, bipolar bozukluğa tam olarak neyin neden olduğunu ya da atağı neyin tetikleyeceğini kestirebilmek günümüzde mümkün değildir.”

-“Duygu durumunu bozanın ne olduğuyla ilgili tartışmalar var ama kesin olarak bilinen bir şey yok”

Hastalığın bir beyin hastalığı olduğunu ancak bunun “MR, tomografi, EEG” gibi yöntemlerle görüntülenemeyeceğini de kaydeden Öznaçar, genetik incelemelerle de tespit edilebilecek belirli bir gen olmadığını ifade etti ve şunları ekledi:

“Duygu durumu bozukluğuna tam olarak neyin neden olduğu konusunda çeşitli varsayımlar ve tartışmalar var ancak kesin olarak bilinen bir şey yok. Bu varsayımlara internette rastlayanların kafası karışıyor; ‘serotonin seviyeme baktırmak istiyorum’ ya da ‘dopamin acaba bende fazla mı?’ diyen bazı hastalar tahlil yaptırmak istiyor. Böyle bir tahlil olmadığı gibi böyle bir tahlile gerek de yok…”

-“Depresyon atakları bipolar bozukluk teşhisi için yeterli değil”

Hastalığın özellikle 20’li yaşlardan itibaren görüldüğünü ancak 60’lı yaşlarda tanı alan hastalar olduğunu da ifade eden Dr. Zeki Öznaçar, ilk belirtilerin ileri yaşlarda başladığı durumlarda olası diğer tıbbi rahatsızlıkların daha dikkatlice araştırılması gerektiğini söyledi.

Öznaçar, hastalığın çocukluk veya ergenlik döneminde de başlayabileceğini ifade etti.

Bipolar bozukluk depresyon ataklarıyla başlayabildiği için tanısının gecikebileceğini kaydeden  Öznaçar, Türkiye’de yapılmış bir çalışmaya göre, hastaların 2.2 ile 11.3 yıl aralığında geç tanı aldığını kaydederek şunları ekledi:

“Depresyon atakları bipolar bozukluk teşhisi için yeterli değil. Sadece depresyon atakları geçirilmişse bu durum bir hipomani ya da mani dönemi geçirilene kadar ‘yineleyici depresyon’ olarak adlandırılır. Yani en az bir hipomani ya da mani dönemi olmadan bipolar bozukluk teşhisi olmaz.”

-İlaç kullanmaya ne zaman başlanıyor? Tedavi sürecindeki önemli noktalar ne?

“Ne zaman ilaç kullanılmaya başlanıyor, tedavi sürecinde önemli noktalar nedir?” sorusu üzerine Dr. Zeki Öznaçar, bipolar bozuklukta sıklıkla koruyucu duygu durum düzenleyici ilaçlar kullanıldığını söyledi.

Dünyadaki yaklaşımlara da işaret eden, ilk bipolar atağı sonrasında koruyucu ilaç başlanmasını öneren ve önermeyen (2’nci ataktan sonra öneren) iki farklı görüş bulunduğunu aktaran Öznaçar, “Ben, hastada tek bir atak bile olsa, koruyucu ilaç başlanmasından yanayım. Çünkü her yeni atakta beynin etkilendiği düşünülüyor ve her atak bir sonraki atağı kolaylaştırıyor” dedi.

Kişi ne kadar atak geçirirse beyinde o kadar etkilenme ve işlevsellikte gerileme olacağını vurgulayan Öznaçar, bipolar bozuklukta koruyucu ilaç kullanımının oldukça önemli ve gerekli olduğunu ancak bazen hem hastaların hem de ailelerin bunu kabullenmekte zorlanabildiğini belirtti.

-“Psikoeğitimi çok önemsiyorum”

Öznaçar, hasta ve aile ile tedavi konusunda iş birliği yapılması, takip, düzenli ilaç kullanımı, psikoeğitimle hastanın ve ailenin bilgilendirilmesi gibi süreçlerin önemli olduğunu kaydederek şunu ekledi:

“Psikoeğitim, atak sıklığını ve hastane yatışlarını azaltmada neredeyse koruyucu ilaçlar kadar etkili…Ben psikoeğitimi çok önemsiyorum. Psikolog, psikiyatrist ve psikiyatri hemşireleri tarafından verilen psikoeğitimle hasta ve yakınları hastalığı ve hastalık sürecini ne kadar doğru şekilde tanırsa, ne kadar duruma uygun şeyler yapılırsa hastalığın seyri de o kadar hafif olur. Öteki durumda belirtileri ve hastalığı yeterince tanımayan birisi ‘bununla kendim başa çıkabilirim’ diyebilir ya da aile bir atak başlangıcını tanımadığında hastanın tedaviye erişimi gecikebilir. Sürecin gecikmesi demek tedavinin gecikmesi, atağın şiddetlenmesi ve kontrolün zor sağlanması demektir… Bu eğitimler sadece bozukluk için değil, anksiyete bozukluğu, yineleyen depresyon ve şizofreni gibi diğer rahatsızlıklar için de aynı derecede önemlidir…”

-“Uykusuzluk çok önemli bir tetikleyici…”

“Atakları neyin tetiklediğine” dair soru üzerine Dr. Zeki Öznaçar, “Bipolarda uykusuzluk çok önemli bir tetikleyicidir. Alkol ve madde kullanımı, stres, düzensiz yaşam hastalığın tetiklenmesinde etkili” dedi.

Öznaçar, “uzun kullanımlı ilaçların ne gibi yan etkisi olabileceği, psikiyatrik ilaçların bağımlılık yapma ihtimaliyle” ilgili soru üzerine, basit bir antidepresan da olsa duygu durum düzenleyici de olsa ilaca hekim tarafından başlanması ve hastanın yakın takibinin önemli olduğunu kaydetti ve şunları ekledi:

“Bağımlılık yapma potansiyeli olan ilaçlar yeşil reçete ile satılan ilaçlardır. Aslında uygun kullanımda bu ilaçlar da bağımlılık yapmaz. Hastaya ‘şu kadar süre, şu miktarda kullan’ deriz ancak hasta örneğin günde 1 tablet önerilen bir ilacı günde 3-5 tablet içerse, 3-4 haftalığına verilen bir ilacı yıllarca kullanırsa bağımlılık o zaman gelişir.”

– “Işık depresyonun psikopatolojisiyle doğrudan ilgili..”

Bipolarda ilaç dışında kullanılabilecek diğer tedavi yönetimleriyle ilgili de bilgi veren Zeki Öznaçar, depresyon ataklarında fototerapinin de uygulanabileceğini kaydederek şunları ifade etti:

“Işık depresyonun psikopatolojisiyle doğrudan ilgilidir… Bu nedenle güneş ışığının az olduğu, özellikle kış dönemlerinde güneş görmeyen kuzey ülkelerinde depresyona yatkınlık olur. Depresyonda sabah sıkıntısı tipik bir belirtidir ve sabah vakitlerinde intiharlar sık görülür. Bu ülkelerde de özellikle bu tarz intiharlar sıktır. Bahar aylarında güneş ışığının artması, tersi şekilde mani/hipomani ataklarını tetikleyebilir.  Ancak bu, yaz ve bahar aylarında depresyon olmayacağı anlamına gelmez.”

Bipolar bozuklukta ilaçlarla yatıştırılamayan bazı atak dönemlerin halk arasında “şok tedavisi” olarak da bilinen, beyine elektrik uyarımı verilen EKT’nin de kullanılabildiğini ifade eden Öznaçar, geçmişe göre çok daha iyi şartlarda ve anestezi etkisi altında yapılan bu uygulamayla yapay bir epilepsi nöbeti oluşturulduğunu ifade etti.

Öznaçar, rastlantısal olarak bulunan bu yöntemin sadece bipolar bozuklukta değil, ağır dfepresyon ve şizofreni gibi psikiyatrik hastalıklarda da kullanılan psikiyatrideki en etkili yöntemlerden olduğunu kaydetti.

-“Planlı gebelik… Yakın takip…Bipolar bozukluk hastası kadınlar da bebek sahibi olabilir…”

Bipolar bozukluk hastası kadınların da yakın takiple bebek sahibi olabileceğini kaydeden Öznaçar, hamileliğin planlı olması gerektiğini, gebelikte ilaç kullanımı riskli olsa da kadın doğum ve psikiyatri uzmanlarının kâr- zarar dengesi gözeterek veya ilaç dışı tedavi yöntemlerinden yararlanılarak sürecin yönetebileceğini söyledi.

Durumun her bir hastaya göre farklılık gösterdiğini de belirten Öznaçar, “Çok sık atak geçiren, ilaç uyumu ve sosyal desteği kötü olan hastalarda gebelik önerilmeyebilir” dedi.

-“Gereksiz ve yanlış reçete edilen antidepresanlar hastaya zarar verebilir”

Gereksiz ve yanlış antidepresan reçete edilmesi/önerilmesi konusuna değinerek, bu konuda uyarıda bulunan Öznaçar, “Özellikle bipolar bozuklukta antidepresanlar çok dikkatli kullanılması gereken ilaçlardır” dedi.

Tanıdığı birinin tavsiyesiyle eczaneden serbestçe antidepresan alınması, reçete yetkisi olmamasına rağmen mesleki yetkisini aşan kişilerin ilaç tavsiyesinde bulunması veya psikiyatrist olmayan hekimlerini hastaya bu alandaki ilaçları önermesi gibi durumlarla karşılaştıklarını ifade eden Öznaçar, bunların hastaya ciddi zarar verebileceğini söyledi ve ekledi:

“Depresyon zannedilen bir durum şizofreni öncesi öncül dönem olabileceği gibi, aslında bipolar bozukluktan mustarip bir hastanın yaşadığı karma atak dönemi de olabilir. Örneğin bu iki durumda hastaya antidepresan vermek hastalığı kötüleştirip yatılı tedavi gerektiren durumlara neden olabilir. Veya kalp ritim bozukluğu nedeniyle çarpıntı şikayeti yaşayan birisine panik atak denilerek antidepresan verilmesi kalp hastalığının tedavisini geciktirebilir. Veya doğurganlık döneminde bir kadına verilen gereksiz bir antidepresan, plansız bir gebelikte bebeğe zarar verebilir. Başka bir örnekte, sadece uykusuzluk tarif eden ve aslında bipolar bozukluğun hipomani döneminde olan bir kişiye antidepresan grubundan bir uyku ilacı verilmesi, hastanın hipomani döneminin hızlıca mani veya psikotik özellikli maniye dönüşmesi olabilir. Bu örnekleri sayısız şekilde çoğaltmak mümkündür.

Bu alandaki diğer sıkıntılar internetten ve kulaktan dolma bilgilerle hareket edilmesi, damgalama konusunda maalesef ki halen devam eden sorunlar, önyargılar, ülkedeki ilaç sıkıntısı, Ruh Sağlığı Yasası’nın olmaması ve ruh sağlığı hizmetlerine yeterince önem verilmemesi olarak sıralanabilir.”

TAK/BRT