Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Annan Planı’nın eş zamanlı ve ayrı ayrı referanduma sunulmasının 19. yıl dönümü nedeniyle açıklama yaptı.
Cumhurbaşkanı Tatar’ın açıklaması şöyle;
“Değerli halkım,
Bugün, Annan Planı’nın eş zamanlı ve ayrı ayrı referanduma sunulmasının 19. yıl dönümü.
Hepinizin bildiği üzere, Kıbrıs konusu müzakere tarihi 1968 Haziran ayında başlamış, o tarihten bugüne yaklaşık 45 yıl geçmiştir. Bu süreçler içerisinde her seviyede, hem siyasi hem de teknik müzakereler yürütülmüştür. Bu süreçlerin tamamı, Rum uzlaşmazlığından ve katı tutumundan dolayı sürekli olarak başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak bu süreçler içerisinde çok önemli dönüm noktaları da ortaya çıkmıştır.
Egemen eşit iradelerini icra eden iki halk tarafından kurulan 1960 Ortaklık Cumhuriyeti, Rum tarafınca o zamanki Anayasa ihlal edilmek suretiyle bozulmuş, Kıbrıs Türk yetkililer yönetimden atılmış, masum Kıbrıs Türk halkına karşı silahlı saldırılar başlatılmış, adanın tamamını ele geçirme faaliyetleri 11 yıl devam etmişti. Bu faaliyetler, 20 Temmuz 1974’te Mutlu Barış Harekâtı’yla sona ermişti. Hatırlatmakta fayda var; 20 Temmuz Barış Harekâtı gerçekleşmemiş olsaydı, 15 Temmuz faşist darbesine karşı çıkan bütün Rumlar darbeciler tarafından katliamdan geçirilecek, Yunanistan’daki Cunta Yönetimi yıkılmayacak, Yunanistan demokrasiye kavuşmayacaktı.
Bundan sonraki süreçte, çok zor mücadeleler veren halkımız, kendi kendini yönetme iradesini her fırsatta ortaya koymuş, nihayetinde 40 yıl önce kendi geleceğini tayin hakkını kullanarak kendi egemen devletine, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne kavuşmuştur.
KKTC’nin ilanından sonra da Kıbrıs Türk tarafı, iyi niyetinden ve samimi uzlaşı çabalarından geri durmadı. Sonucunda yine hep bir çöküş ve başarısızlık yaşandı.
20 yıl önce 23 Nisan 2003 tarihinde Kıbrıs Türk tarafı, Kıbrıs Adası’nda tam bir oyun değiştirici olarak kabul edilmesi gereken bir hamle yaptı ve iki taraf arasında iki halkın geçişlerine imkân verecek olan Ledra Palas Sınır Kapısı’nı açtı. O günleri hatırlayın… Rum liderliği bunu hayata geçirmeme gayreti ortaya koydu, ancak kendi halkının baskısını yenemedi. Rum liderliği, geçişlere neden direnç göstermişti? Yanıtı çok basit. Yıllardır propaganda aracı olarak kurguladıkları ‘kuzey’deki yaşamın halkı tarafından görülmesini engellemek istedi. Kıbrıs Adası’ndaki iki devlet gerçeği, kapıların açılmasıyla hem Kıbrıs Türk hem de Kıbrıs Rum halkı tarafından görüldü. Sadece görmek de değil, sınır kapılarından geçen herkes, geçtiği devletin yasalarına, para birimi de dahil olmak üzere, kurulu düzenine tabi oldu. 1974’ten sonra ortaya çıkan olgu, kapıların açılmasıyla ete kemiğe büründü ve fiiliyat kazandı. Bu gerçeği kimse inkâr edemez.
Bundan 19 yıl önce ise Kıbrıs sorunu müzakere tarihinde, (buna 1959 ve 1960 müzakereleri de dahildir) bir ilk gerçekleşti ve bir çözüm planı iki tarafta, eş zamanlı ve ayrı ayrı referandumlara sunuldu. Bunun önemini özetle hatırlatmak isterim; planın referanduma sunulmasına iki tarafın evet demesinin ardından, Cumhuriyet Meclisi’miz referandum yasasını onayladı, ardından Yüksek Seçim Kurulu’muz her seçim olduğu gibi hem sandıkları hem de sandık seçmen listelerini ilan etti. Ülkemizde her seçimde olduğu gibi kayıtlı oy verme hakkına sahip bütün vatandaşlarımız oy kullandı. Rum tarafında da benzer işlemler gerçekleşti. O referandum ayrı ayrı ve eş zamanlı olarak gerçekleşti. İki ayrı devlet kendi seçim yasaları, kuralları, sandıkları, sandık görevlileri ve seçmenleriyle ayrı ayrı bu seçimi yaptı. Bu bile kendinden iki devlet gerçeğini gözler önüne sermesi açısından önemlidir. Yani halkımızın egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsü herhangi bir uzlaşı sonucunda ortaya çıkacak bir durum değildir ve asla olamaz.
Annan Planı’nın eş zamanlı ve ayrı ayrı yapılan referandumlarından çıkan bir diğer önemli sonuç ise geleneksel Rum liderliği ve siyasetinin asla değişmeyeceğinin tescilidir. Rum tarafı, 2004 yılında uluslararası topluma kötü görünmemek adına Annan Planı’nı referanduma götürmeyi kabul ettiğini imzayla ortaya koyarken; adaya döner dönmez değişmez ilkeleri çerçevesinde bu planı şeytanlaştırmış, manipülasyon, demagoji dahil her türlü mekanizmayı kullanmış hatta son çare olarak da o zamanki liderleri televizyonda halkına seslenirken ağlayarak planın reddedilmesini istemiştir. Gerekçeleri çok basittir. Kıbrıs Adası Rumlara göre bir Helen adası olmalıdır, garantiler iptal edilmeli ve Türk askeri de adadan tamamen çıkartılmalıdır. Yönetimde ise Kıbrıs Türk tarafı çok kısıtlı yetkilere sahip olmalı ve adaya dair kararları ‘işlevsellik’ gerekçesiyle kendilerinin vermesi gerekmektedir. O zamanki tablo bu şekildeydi, bu gerçeklerin inkârı popülizmden öteye gidemez. Bu söylediklerim birebir Rum siyasilerin ağzından yapılan açıklamalardan alıntılardır. Bahsettiğim alıntılar sadece sağ partilere ait değil, ‘barış meleği’ parti imajını gündemde tutmaya çalışan, ideolojik popülizmin en önemli temsilcilerinden AKEL’e de aittir. Annan Planı referandumları, hem bir samimiyet hem de gerçeklerle yüzleşme anıydı. O zamanki ve devamında Rum halkınca da kanıksanan bu gerçeklik, adanın geleceğine ışık tutması açısından çok önemlidir.
Devam sürecinde ise bu değişmez gerçekler ortada olmasına rağmen, sürekli olarak aynı sahne kurulmaya çalışılmıştır. Crans-Montana’nın ardından hayal kırıklığı yaşadığını söyleyen herkes bu gerçekle bir kez daha yüzleşmişti.
Annan Planı referandumu ve 2017 yılında Crans-Montana görüşmelerinde yaşananlar, federal temele dayalı bir çözümün mümkün olmadığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Rum tarafı, her zaman olduğu gibi Crans-Montana görüşmelerinde de müktesep eşitliğimizi ve egemenlik haklarımızı reddederken, ‘sıfır asker, sıfır garanti’ ve Rum hakimiyetinde üniter bir devlete evrilecek bir çözüm şeklini ısrarla talep etmişti. Rum tarafının hedefi nettir;
değişmez Rum siyaseti konjonktürel çözüm beklemektedir. Kendi emellerine uygun bir durumu yakalayana kadar da rahatsız edilmeyecekleri ve müzakere süreçlerini bir araç olarak kullanmak suretiyle suistimal ettikleri, sözde bütün adayı temsil etme statülerini devam ettirmek tek amaçlarıdır.
Bu önemli tarihin yıl dönümünde, Rum tarafına haksız ve gayri yasal olarak suistimale devam ettirdikleri konfor alanlarını sürdürme imkânı vermeyeceğimizi bir kez daha yinelemek istiyorum. Kıbrıs Türk tarafı, Anavatan Türkiye’nin de desteğiyle tüketilmiş zeminde herhangi bir sürece girmeyecektir. Hayatta kalabilme mücadelesini kahramanca sürdüren onurlu halkımın geleceğini Rum iradesine teslim etmeyeceğiz. Kıbrıs Adası’nda herhangi bir uzlaşı, egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü temelinde iki devletin iş birliğinden geçmektedir. Biz bu vizyonumuzla akılcı gücü tercih etmek suretiyle diplomasiyi de en ön saflarda tutarak çalışmalarımıza devam edeceğiz. Bu çalışmalarımız devam ederken devletimizi hak ettiği statüye kavuşturmak için de çalışmalarımızı ara vermeden sürdüreceğiz.”